top of page

İnsan Kalmak: Erdem ve Haset Arasında Bir Sentez Arayışı

Sabah işe giderken duyduğunuz o dedikoduyu düşünün: Bir meslektaşınızın, sırf kendi pozisyonunu sağlamlaştırmak için başka birinin ayağını kaydırmaya çalıştığını öğrendiniz. Ya da televizyonu açtığınızda Filistin'de göz göre göre öldürülen masum insanların çaresizliğini görüyorsunuz. Belki bir devlet dairesine gittiniz ve en temel insani bir yaklaşımla bile karşılaşmadınız; yüzünüze bile bakılmadı, sanki orada yokmuşsunuz gibi davranıldı. Başvurularınız, sırf bir tanıdığınız olmadığı için değerlendirmeye dahi alınmıyor veya demokratik haklarınızın keyfi ihlallere uğradığına tanık oluyorsunuz. İşte tam da bu gibi durumlarda, en temel hakkımız olan “insan gibi muamele görme” ihtiyacımız için dahi sürekli savaş vermek zorunda kaldığımız bir dünyada, insan kalabilmek ne kadar mümkün? Bu soru, varoluşsal bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor: Sadece fedakarlık, şefkat, cömertlik gibi erdemli davranışlar mı bizi insani kılar, yoksa kıskançlık, haset, nefret gibi "olumsuz" addedilen duygular da insan olmanın bir parçası mıdır? "İnsan" denildiğinde, hem haset hem de şükran gibi zıt duyguları aynı anda barındırabilen karmaşık bir varlıktan mı bahsediyoruz, yoksa bu duyguları "ya melek ya da şeytan" diye keskin çizgilerle ayırarak bir bölme mi yaratıyoruz zihnimizde? Bu tartışma, felsefenin derinliklerine uzanırken, özellikle Nietzsche'nin Üstinsan (Übermensch) modeli bu karmaşaya nasıl bir perspektif sunuyor?


İnsan Olmanın Çelişkili Doğası: Erdem ve Gölge


Geleneksel olarak, "insanlık" kavramı genellikle erdem, ahlak ve pozitif değerlerle özdeşleştirilir. İyi niyetli olmak, başkalarına yardım etmek, adaletli olmak gibi özellikler, "insani" davranışların zirvesi olarak görülür. Ancak gerçek şu ki, insan deneyimi bu tek boyutlu tanımlamanın çok ötesindedir. İçimizde şefkatin yanı sıra kıskançlık, sevginin yanı sıra nefret, cömertliğin yanı sıra haset tohumları da barındırırız.

Bu "gölge" yönler, Freudyen psikolojideki id'in ilkel dürtüleri veya Jung'un kolektif bilinçdışındaki arketipleri gibi kavramlarla da açıklanabilir. Bu duygular, varoluşumuzun doğal bir parçasıdır. Onları yok saymak veya bastırmak, gerçekte kim olduğumuzu inkar etmek ve içsel bir bölünme yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Oysa bu duygular, çoğu zaman hayatta kalma mekanizmalarımızın, rekabetçi doğamızın veya adalet arayışımızın farklı tezahürleri olabilir.

İnsan kalabilmek, belki de bu çelişik duyguları inkar etmek değil, onları anlamak, yönetmek ve dönüştürmekle mümkündür. Sürekli bir savaş içinde yaşarken bile, içsel pusulamızı kaybetmemek, kendi değerlerimize sahip çıkmak, pasif bir teslimiyet yerine aktif bir direnç göstermek, insani onurumuzu korumanın bir yolu olabilir.


İnsan Doğasının İkilemi: İyilik ve Kötülük Arasındaki Çizgi


Toplum olarak, karmaşık duygusal spektrumumuzu basitleştirme eğilimindeyiz. Birini "iyi" ya da "kötü" olarak etiketlemek, düşünsel olarak daha konforlu bir alandır. Ancak bu ikili ayrım, insan doğasının derinliğini ve çelişkilerini göz ardı eder. Haset ve şükran duygularını aynı anda barındırabilen bir varlık olmak, insan olmanın en temel özelliklerinden biridir.

  • Haset: Bir başkasının sahip olduğu şeye karşı duyulan rahatsızlık, bazen yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Ancak aynı zamanda, başkasının başarısının kendi eksikliklerimizi fark etmemizi sağlayarak bizi motive eden bir itici güç de olabilir. Gelişme ve ilerleme arzusu, kısmen de olsa bu tür kıyaslamalardan beslenebilir.

  • Şükran: Sahip olduklarımıza duyduğumuz minnettarlık hissi, iç huzuru ve pozitifliği artırır. Şükran, insan ilişkilerini güçlendirir ve zor zamanlarda dayanıklılık sağlar.

Bu iki zıt duygunun bir arada var olması, insan deneyiminin zenginliğini gösterir. Bir insan, bir an şükran duyarken, başka bir an hasetle dolup taşabilir. Önemli olan, bu duyguların farkında olmak, onları kabul etmek ve eylemlerimizi bu duyguların kölesi olmadan şekillendirebilmektir. Bu, bir bölünme yaratmak yerine, kendi bütünlüğümüzü tanımak anlamına gelir.


Nietzsche'nin Üstinsan Modeli: Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi


Bu karmaşık insan doğası tartışmasında, Friedrich Nietzsche'nin Üstinsan (Übermensch) kavramı oldukça önemli bir yere sahiptir. Nietzsche, modern insanın zayıflığını, sürü ahlakını ve kendi potansiyelini inkar edişini eleştirir. Üstinsan, "Tanrı öldü" ilanından sonra ortaya çıkan anlamsızlık boşluğunda kendi değerlerini yaratan, sıradanlığın üzerine çıkan, kendi iradesini ve gücünü sonuna kadar kullanan bir varlıktır.

Nietzsche'nin Üstinsanı, ne "melek" ne de "şeytan"dır. O, mevcut ahlaki normları sorgular ve kendi "iyi" ve "kötü" anlayışını inşa eder. Üstinsan, haset gibi duyguları bastırmak yerine, onları kendi potansiyelini gerçekleştirmek için bir araca dönüştürebilir. Bu, zayıflığın ve acının üstesinden gelerek "güç istenci"ni (Will to Power) hayata geçirmektir.

  • Hasete Karşı Konum: Nietzsche, haseti ve kıskançlığı zayıf karakterlerin tepkisi olarak görebilir. Ancak Üstinsan, bu duyguların enerjisini kendi kendini aşmak, yeni değerler yaratmak ve kendi benzersizliğini ortaya koymak için kullanır. Başkasının başarısına duyulan haset, Üstinsan için bir motivasyon kaynağına dönüşebilir: "Ben de daha iyisini yapabilirim, kendi yolumu çizebilirim."

  • Şükran ve Olumlamanın Yeri: Üstinsan, hayatı tüm çelişkileriyle, acılarıyla ve sevinçleriyle birlikte olumlar. Bu, bir tür "kader sevgisi" (amor fati) içerir. Her ne kadar geleneksel anlamda şükran olmasa da, yaşamın tüm yönlerini kabul etme ve onaylama yeteneği, Üstinsan'ın güçlü bir yönüdür. O, acıdan kaçınmak yerine, onu büyümek için bir fırsat olarak görür.

Nietzsche'nin Üstinsan modeli, insana içsel gücünü fark etmesini, kalabalığın dayattığı değer yargılarından sıyrılmasını ve kendi özgünlüğünü yaratmasını öğütler. Bu, duyguların iyi ya da kötü diye ayrılması yerine, onların varoluşsal enerjilerini tanımak ve onları kendi yüksek potansiyelini gerçekleştirmek için kullanmaktır.


Sonuç: İnsan Kalmak, Bir Sentez Meselesi


"İnsan gibi muamele görme" mücadelesi verirken insan kalabilmek, sadece erdemli davranışlara tutunmakla değil, aynı zamanda içimizdeki tüm duygusal spektrumu –haset ve şükran da dahil olmak üzere– kabullenmekle mümkündür. Bu, kendimizi "ya melek ya da şeytan" ikileminde bölmek yerine, karmaşık ve çelişkili doğamızı bir bütün olarak anlamakla başlar.

Nietzsche'nin Üstinsan'ı bize, kendimizi aşma ve kendi değerlerimizi yaratma çağrısı yapar. Bu, zayıflıklarımızdan kaçmak yerine, onları bir güç kaynağına dönüştürme potansiyelimiz olduğunu gösterir. Zorlu koşullar altında insan kalabilmek, içsel bütünlüğümüzü korumak, kendi irademizi kullanmak ve hem ışığımızı hem de gölgelerimizi kucaklayarak yaşamı tüm yönleriyle olumlamakla mümkündür.

Belki de insan kalabilmek, bu zıtlıkların dansında kendi özgürlüğümüzü ve anlamımızı bulma cesaretidir.


Sizce insan kalabilmek için içimizdeki "gölge" yönlerle nasıl başa çıkmalıyız? Nietzsche'nin Üstinsan'ı bu konuda size ne düşündürüyor? Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşın.


Referanslar:

  • Nietzsche, F. (1883). Böyle Buyurdu Zerdüşt. (Üstinsan, güç istenci ve değerlerin yeniden değerlendirilmesi kavramları için temel kaynaktır.)

  • Freud, S. (1923). Ben ve İd. (İnsan zihninin katmanları ve dürtülerle ilgili genel bilgi için).

  • Jung, C. G. (1968). Man and His Symbols. (Kolektif bilinçdışı ve arketiplerle ilgili genel bilgi için).

  • Fromm, E. (1941). Escape from Freedom. (Modern insanın yabancılaşması ve özgürlük arayışı üzerine psikoanalitik ve sosyolojik bir bakış açısı sunar, insanın karmaşık doğasına değinir.)

  • Frankl, V. E. (1946). İnsanın Anlam Arayışı. (Zorlu koşullarda dahi insanın anlam bulma ve insani değerlerini koruma kapasitesi üzerine bir perspektif sunar.)

Yorumlar


bottom of page